Herkes kendi rüyasını görür, onlar aynı rüyayı…
Uyku ve rüya insanoğlunun hâlâ çözemediği beyin işlevlerinden. Bu konuda en popüler çalışma ise kuşku olmaksızın psikanalizin babası Freud. Yayınlandığı ilk yıllarda çok dikkat çekmemiş olan ''Düşlerin Yorumu'' kitabında Freud, rüyayı bastırılarak bilinçaltına itilen dileklerin/isteklerin başka bir kılıkta yeniden ortaya çıkması ve bu yolla bilincin rahatlaması olarak tanımlıyor. Dini açıdan ele alındığındaysa rüyalar kabaca insanın metafizik alemden aldığı gelecek haberleri olarak tanımlanabilir ki daha detaylı irdelendiğinde rahmani, şeytani ve nefsani olarak sınıflandırılırlar. Rüyalar hakkında sorulacak, konuşulacak ve araştırılacak pek çok şey var şüphesiz ama ya birbirini hiç tanımayan insanlar aynı rüyada bir araya gelirse ne olur? Amazon’un dizisi Falling Water bu sorunun etrafında şekillenen hikayesiyle seyirciye zor ama keyifli bir deneyime davet ediyor. 2016 yapımı bilim kurgu/dram türündeki dizinin başrollerinde David Ajala, Lizzie Brochere, Will Yun Lee ve dizinin yaratıcıları Henry Bromell ki filmografisinde Homeland dizisi de var ve Blake Masters.
Dizi, Tess karakterinin bir erkek çocuk dünyaya getirmesinin hemen ardından bunun sanki hiç yaşanmamış, Tess’in gerçekliğe dair kuruntulu bir şüphesi olduğunun altı çizerek başlıyor. Diğer taraftan büyük bir firmanın güvenlik sorumlusu Barton ise rüyalarında sevgilisini arıyor ve polis memuru Taka rüyalarında katatonik (bir çeşit duygu durum bozukluğu) annesi için ilaç arıyor. Birbirinden habersiz bu üç kişi aynı rüyanın farklı safhalarını görerek başladıkları yolculuğa aynı rüyada bir araya gelerek devam ediyorlar. Dizinin ana konusu oldukça ilgi çekici. Yan konuları ise ilerleyerek ana konuyla birleşeceklerinin kuvvetli sinyallerini veriyorlar ki bu da dizinin katmanlı yapısının hem ilgi çekici hem de zaman zaman anlaşılması güç bir hal aldığının göstergesi. Bu açıdan hikayenin daha polisiye, psikoloji meraklılarını hedef aldığını söylemek yanlış olmaz. Tess, artık 7 yaşlarında olan oğluyla ilgili, o doğumu yaptığıyla ilgili delil olabilecek resmi kayıt ararken Bill’in rüya araştırması yapan ekibine katılmaya ikna oluyor ve aynı odada uykuya daldığı diğer deneklerle aynı rüyada buluşuyor. Diğer taraftan Tess’in 7 yaşındaki oğlu polis Taka ve güvenlik sorumlusu Barton’ın da rüyalarına giriyor ve hepsi nihayet aynı rüyada bir araya geliyorlar.
Buraya kadar bile olayları birbirinden ayırarak ve birbirleriyle bağlantılarını es geçmeden anlatmak zorken dizi rüya ve gerçeğin zaman zaman ayırt edilmesi zor olay örgüsüyle seyirciyi koltuğunda daha dikkatli olmaya davet ediyor. Her bir karakter aksiyona geçmek için yeterli motivasyona sahip ki bu da öykünün temposunu genel mânâda yüksek tutmasını sağlıyor. Olaylar iç içe geçtiği ve rüyayla gerçeği birbirinden ayırmanın güç olduğu ve üç hikayenin de aynı yöne ilerlediği düşünüldüğünde merak unsurunun her bölümün sonunda yüksek derecede etki bıraktığını söyleyebiliriz. Diğer taraftan diyagonal planlar, üst açı bina görüntüleri, yüksek korkularını gıdıklayıcı resimler, yukarı akan su damlaları gibi unsurları düşündüğümüzde öykünün evreni amacı doğrultusunda oldukça iyi tasarlanmış ve sahnenin vermesi gereken karamsarlık, sıkışmışlık, çaresizlik hislerini güçlü bir biçimde destekliyor.
Dizi akşam saatlerine şöyle bacaklarını uzatıp günün yorgunluğunu atarken bir şeyler izlemek isteyenler için biraz monoton, daha çok “anlaşılması güç, takip etmesiyse olanaksız” bir yapım. Bu dizi biraz daha dizi başlarken koltuğunda bağdaş kurup, gözlerini kısarak pür dikkat dizi izlemek isteyenler ve öykü ilerledikçe ters köşe olmaktan keyif alanlar için önerilebilecek bir yapım. Her biri 10 bölümden oluşan 2 sezonluk dizinin imdb puanı:6,5/10 Rotten Tomato kullanıcı reytingi ise 88/100. Sitelerdeki kullanıcı yorumlarıysa diziden genel olarak övgüyle bahsediyor. Ekranda tema, kurgu, görsellik arayan ve hikayeyi kavramak için çaba sarf etmeyi seven seyirci için şiddetle tavsiye edilebilir.
Kaleminize sağlık