google-site-verification: google5de5c95d93b82466.html Gerçekten “Bir Başka (mı)dır?” Yoksa biz bu filmi görmüş müydük? | Meftun.art
top of page
  • Yazarın fotoğrafıÇiğdem Hasekioğlu

Gerçekten “Bir Başka (mı)dır?” Yoksa Biz Bu Filmi Görmüş müydük?

Herkes izlediğine göre artık hakkında şöyle bol spoiler’lı bir yazı kaleme alabiliriz. Konumuz “Bir Başkadır”, gerçekten öyle midir?


Bir süredir Netflix’te yayınlanan Türk yapımı ‘Bir Başkadır’ dizisi gündemimizde. Tarzı, finalinde paylaştığı Ferdi Özbeğen şarkıları, replikleri ve videolarıyla dijital hayatımızın içine girdi. Bir diziden beklediğimiz ya da Tv yöneticilerinin beklediğimizi sandığı mafya, aşk üçgeni, sıcacık mahalle hikayesi, baskıcı, geri kafalı ağalar, kötü kayınvalide ya da kız kardeşe rağmen ayakta kalmaya çalışan gururlu anne hikayesi, Anadolu’ya gelin giden asi ama aşık şehirli/batılı kız klişelerine yer vermiyor ve bağımsız sinema örneklerine öykünen görselleriyle seyirciyi ters köşe yapıyor. Ama hala içinde, içinde de değil aslında tam ortasında, açık seçik, yüzyılı aşkın süredir defalarca test edildiğimiz en eski ikilemimizle yani Doğu-Batı, kentsel-kırsal, modern-geleneksel ikiliğiyle kıskıvrak yakalıyor bizi.


Modern ve geleneksel olanın her alanda birbiriyle çatıştığı, kimi zaman berabere kalsa da kuvvetle muhtemel geleneksel olanın kazandığı garip bir ülkeyiz biz. Hedefimiz modern olana ulaşmak ama dizilerimiz, filmlerimiz ve diğer eserlerimizde kazanan daima geleneksel olan. Bu bağlamda yayınlandığı tarihten itibaren ilgi ve teveccühle karşıladığımız “Bir Başkadır” dizisi modern olanın altını oyarken geleneksel olanı sosyal adalet ve hoşgörü sanrıları gördüğümüz bir boyutta yeniden sunuyor.


Batı yakasında yeni bir şey yok, birazdan modern olanın kimlik, yalnızlık, ait olma-olamama krizlerini izlerken yüzyıllardır yaptığımız gibi geleneksel olana haklısın diyerek oradan çabucak uzaklaşacağız.


Uyarı: spoiler bakımından zengindir.


Modernle gelenekselin, zenginle fakirin, cahille okumuşun bir arada ama başka dünyalarda yaşadığı, zıtlıkların karşılıklı olarak birbirlerinin anlamlarını yaratırken kendilerini de tanımladığı garip bir ülkede yaşıyoruz. Sağımız solumuz, önümüz ve arkamız modern ve gelenekselin çatışmasıyla çevrili, yine de heyhat, onu hala aşamadığımız gibi ne yaşam tarzımızda ne de gündelik hayatımızda konumlandıramıyoruz da. Hal böyleyken ülkenin sineması da bu eşsiz zıtlığı defaatle işliyor. Bu açıdan ele aldığımızda senaristliğini ve yönetmenliğini Berkun Oya’nın üstlendiği, Kasım 2020’de Netflix ekranlarında yayınlanan ‘Bir Başkadır’ dizisi seyircisine yeni bir söz söylemiyor ancak açık sözlü tavrıyla sesli düşünmemize olanak tanıyor, nostaljik öğeleriyle kalbimizin tellerine dokunurken, uzun, tek plan, alışık olduğumuzdan daha estetik ve yalın görselleriyle Yeni Akım Türk Sineması’na da selam gönderiyor.


Aslında biz bu filmi 2000 ve sonrasında Yeni Akım Türk Sineması ürünlerinde sıkça izledik; “önce modern insanın içinde kaybolduğu, kimi zaman boğulduğu, kimliksizlik, mutsuzluk, yalnızlık” meseleleriyle burun buruna geldik (Uzak 2002), sonra geleneksel olan yere ve bireye eğildik ve annesiyle olan ilişkisinden başlayarak hayatının tüm evrelerini Freudyen bir perdeden izledik (Yumurta 2007, Süt 2008, Bal 2010, ). Bu bakımdan ‘Bir Başkadır’ tema anlamında bir yenilik sunmuyor. Ancak dizi boyunca içinde bulunduğumuz toplumu hatları çok net bir şekilde çizilen şehir-köy, çalışan, eğitimli ile eğitimsiz ve fakir diye ikiye ayırıyor. Daha ilk sahnelerde hastanenin yakınından 24’ün geçip geçmediğini öğreniyoruz. Şehir merkezinde gökdelenler gördükten hemen sonra da 24 no’lu İETT hattıyla bahçesinde ineklerin otladığı kırsala gidiyoruz. Dizinin ilk sözünü söylediği ve toplumu modern geleneksel olarak ikiye ayırdığı yer tam olarak burası:” kırsal” diyor, “sandığınız kadar uzak, ulaşılmaz değil”.


Şehir merkezi ve kırsal zıtlığı dizi boyunca tanık olacağımız Meryem ve psikiyatr Peri’nin ilişkisi, geçmişleri ve aileleri, sahip oldukları hayatlar üzerinden yine çok sert, kalın çizgilerle çizilmiş. Peri Robert Kolejli, yalı sakini, master falan Amerika yani ama döndüğü yer devlet hastanesi. Meryem ise abisi ve abisinin ailesiyle yaşayan, anne babasını kaybetmiş ve İstanbul’un göbeğinde lüks bir evde temizlikçi olarak çalışıyor. Meryem’in gittiği yer de devlet hastanesi. Buraya kadar ve buradan sonra tek ortak noktaları hayatlarının, yollarının kesiştiği yegâne yer yine devlet hastanesi.


Meryem bir bayılma durumundan şikayetçi olarak Psikiyatr Peri’ye yönlendiriliyor ve tanışıyorlar. İlk seans Meryem için sıkıcı, Peri içinse kaçmak istediği gerçeğin duvarına tosladığı bir hal alıyor. Meryem’le Peri’nin ilk seansının hemen ardından Peri’nin süpervizörü Gülbin’le yaptığı görüşme boyunca içinde bulunduğu açmazı, toplumla uyuşamıyor olmasının sebeplerini uzun uzun dinliyoruz. Peri’nin ağzında altın kaşıkla doğduğunu, pahalı eğitimi, evi ve yaz tatillerinde Londra senin Paris benim gezdiğini, yazlıkta geçen zamanları öğreniyoruz. Ancak toplumun hepsinin böyle yaşadığını sanan Peri eğitimini tamamlayıp ülkesine döndüğünde Meryem ve Meryem’e yüklenen kırsallık, eğitimsizlik gerçeğiyle karşılaşıyor ve kendisini sosyo-ekonomik, sosyo-kültürel açıdan azınlık olarak nitelemeye başlıyor. Daha basit ve anlaşılır olmasını istersek Peri modern, Meryem gelenekseldir. Peri süpervizörüyle görüşmesinde Meryem ve Meryem’in sembolü olduğu kırsallıktan, geleneksellikten yakınırken, Meryem’in gösterdiği ülke gerçeğinin kendisini kıskıvrak yakaladığından bahsettikten hemen sonra onun güzelliği ve zekasına övgüler ediyor. Meryem bir anlamda fakir, eğitimsiz olduğu için “olağanüstü zeki” olarak damgalanıyor ki modern ve eğitimli olanın vicdanı onu eleştirdiği için sızlamasın. Günümüzün en yaygın davranış bozukluğu bu sosyal ikiyüzlülük olabilir. Meryem fakir ya da geleneksel olduğu için süper zeki olmak zorunda mı? Sahne bu sorunun da cevabını veriyor aslında, Peri Meryem’i ve sembol ettiklerini bu şekilde eleştirdiği için kendisini ırkçı olarak görüyor ve eleştiriyor ki artık vicdanı rahat. “Bir Başkadır” günlük hayatımızda çok da kafa yormadığımız ama her yerde karşılaştığımız sosyal ikiyüzlülüğe ayna tuttuktan sonra artık birbirine kıyısı olan bu modern-geleneksel, Doğu-Batı ve bunun gibi başka birçok ismi olan çatışmayı irdelemeye geçiyor.



Bir karakter filmin başında uzun uzun, tek planda yürüyorsa eğer birazdan Yeni Akım Türk Sineması izleyeceğiz demektir (Karpuz Kabuğundan Gemiler Yapmak (2004), Kosmos (2010), Uzak ( 2002), Yumurta(2007), Bal (2010)…). Dizi, ana karakteri Meryem’in sisli bir köy sabahında uzun tek plan yürüyüşüyle başlıyor, yaklaşık 3 dakika süren bu yürüyüş şehrin merkezine, çalıştığı eve kadar sürüyor. Dizinin bu sahnesi dizi boyunca sunulacak görsellerin kimilerine sıkıcı gelse de büyük ölçüde seyirciyi etkileyen Yeni Akım Türk Sineması öykünmesi olarak yorumlanabilir. Zira dizi bu açılar alışık olduklarımızdan daha yavaş, yalın, düşük ritimli. Açılış sahnesinin devamında dizi boyunca gördüğümüz uzun ve tek plan sahneler, hurma ağacı imgesi, çevre detayları, konuşmasını beklediğimiz karakterler ve Yasin’in bir sinir halinde hurma yemesi gibi sahneler yine Yeni Akım Türk Sineması’ndan aşina olduğumuz anlatım biçimleri. Klasik anlatıda plan dizilimi genel olarak şöyledir: mekan geneli, konuşan kişiye döndüğümüz shoot, reverse shoot planlar, ve kimi yerlere ikili planlar… Tabi 1/3 ölçeğini bozan, artistik takipler yapan ve tek bir sahneyi birçok farklı açıdan çeken dizi yönetmenleriyle de zaman zaman karşılaşıyoruz. “Bir Başkadır” bu anlamda da farklı, çok sade bir anlatım sunuyor. Dizi başlarken Meryem’in yürüyüşünü uzun uzun izliyoruz, bir mekanda iki karakter arasında geçen konuşma bir ya da iki farklı açıyla veriliyor ki bu da daha dingin, karakterin duygusuna daha yaklaşabilmek için imkan tanıyor. Kameranın çok az, zaman zaman hareket etmesi temanın ve karakterlerin yoğunluklarını seyrelten bir atmosfer yaratıyor. Ancak daha sonra göreceğimiz dağın tepesindeki Ramazan’a şok zoom sahnesi, yine gökdelenleri tarayarak Sinan’ın evini bulduğu planlar, Ferdi Özbeğen’li bitişler dizinin tarzının Yeşilçam’la Yeni Akım Türk Sineması arasında gidip geldiğini gösteriyor. Dizinin görsel dili de teması ve hikayesi gibi modern ve geleneksel arasında gidip geliyor.


Modern-geleneksel ikiliği Meryem ve psikiyatr Peri’nin zıtlığının yanında dizi süpervizör Gülbin ve Gülbin’in ablası Gülan’ın arasındaki derin uçurumla Meryem-Peri zıtlığını bu sefer de bir ailenin iki ferdi üzerinden açık ediyor. Gülbin başlarda karşımıza Peri ile aynı işi yapan ancak Peri’nin yakındığı ülke gerçekliğiyle sorunu olmayan bir karakter olarak çıkıyor. Gülbin Sinan’la olan ilişkisi boyunca da özgüvenli, sığ evlilik beklentilerinin olmadığı, “bu gece kalacak mısın?” ‘dan öteye gitmeyen ilişkileri Gülbin için ahlaksal her hangi bir soruna dönüşmüyor. Aksine Gülbin bir kadın olarak nasıl bir ilişkinin içinde olduğunun son derece farkında ve bu keyfiyette aslında Sinan bir anlamda çaresiz ve mutsuz. Kadın ve erkek ilişkilerinde toplumun kadına yüklediği rol dizinin bizi çağırdığı kendi modern dünyasında erkeğe yüklenmiş. Ancak Gülbin’in kendi etrafına ördüğü bu özgüven duvarı konu ablası Gülan olunca utançla karışık bir pişmanlık duygusuyla çatırdıyor. Hele ki Peri’nin Meryem’in temsil ettikleri hakkında annesinden öğrendiklerinin ne kadar hatalı olduğunu süpervizörü Gülbin’e anlattıktan sonra antrede abla Gülan’la karşılaşıp onun “abla” olduğunu öğrenmesi Peri’nin içinde yaşadığı toplum hakkındaki fikirlerini ve kendi tabiriyle “kendi ülkesinde azınlık, cam bir fanusun içinde olma” halini perçinliyor. Meğer Peri’nin kendisine çok uzak olarak gördüğü kırsal gerçeği süpervizörünün ailesinin bir parçasıymış. Gülan, Gülbin kardeşlerin hesaplaşmaları ise engelli erkek kardeşin tedavi yöntemi yüzünden oluyor ki bu sırada Gülbin’in bilimsel, Gülan’ın ise inanç temelli görüşleri “insan profesörü, her şeyi bilir” repliğiyle ayyuka çıkarken bilimsel olanla inanç temelli olan bir kere çatışıyor.


İnanç mevzu bahis olunca dizinin çizdiği imam karakteri sığ bir metafor anlatıcısından hayallerimizin beyaz atlı hoşgörü meleğine dönüşüyor ki yüzyıllardır ulaşmayı arzuladığımız yer orası. İmam Ali Sadi hoca önce Meryem’in ardından Meryem’in abisi Yasin’in sorularına aynı yapma çiçek, canlı çiçek örneğinden yola çıkarak açıklıyor. Sorular farklı, metafor aynı. Seyircinin gözünde Ali Sadi sürekli eleştirdiğimiz ve gelişmesini, değişmesini istediğimiz simgeye dönüşüyor. Ancak ileride yani Ali Sadi Hocanın karavanıyla çıktığı yolculukta öğreniyoruz ki dizi boyunca öz kızı sandığımız Hayrunnisa aslında evlat edindiği çocuğu. Dahası Hayrunnisa üniversiteye dönerken saçlarını açtığında ve baba Ali Sadi buna karşı çıkmadığında, aksine Hayrunnisa’yı otogardan sevgiyle yolcu ettiğini gördükten sonra hoca hakkındaki düşüncelerimizden ötürü utanırken dizi seyircinin toplumsal olarak arzu ettiğimiz hoşgörü noktasına ulaştığı bir rüya görmesine sebep oluyor. Konu bu kadar yoğun bir şekilde kırsal-modern zıtlığı iken hocanın dönüşümüyle kolektif bir katarsis yaşıyoruz. Dizi Peri’nin kendisini eleştirmesinden sonra Ali Sadi Hoca’nın dönüşümüyle ikinci kez seyircisini mutlu ediyor.


Dizinin öfkesinin, içine kapanıklığının ve verdiği pasif agresif tepkilerin nedenini sonradan anladığımız yenge Ruhiye karakterine döndüğümüzde Ali Sadi Hoca’nın dönüşümüyle eriştiğimiz hoşgörü noktası bir adım daha ileri taşınıyor. Uzun uzun camdan bakan, kafasını araba camına vurarak “hayır” diyebilen Ruhiye, cesaretini toplayıp köyüne giderek burada kendisine tecavüz eden Ramazan’la yüzleşiyor. Eşi Yasin’in Ramazan’ı köyün ortasında döverek cezalandırdığını, Ramazan’ın günahından dolayı pişman olduğunu ve köy halkının davranışlarıyla onu cezalandırdığını öğreniyor. Ruhiye, suçlusu olmadığı olayın vicdan azabını tek başına çekmediğini, Ruhiye’yle birlikte izleyicide suçlunun sosyal adaletin elinde mahkum olduğunu öğrendiğinde daha ulu bir katarsisin ellerine bırakıyor. Fakat eski arkadaş Semiha hala kendisine tecavüz eden adamla evli, iki çocuğu var. Sosyal adalet Semiha için tecelli etmemiş. Şimdilik iki kurbandan sadece birini kurtarabildik o da devlet eliyle olmadı, adaleti devlet sağlamadı. Yine de dizinin namus ve adalet kavramlarını toplumsal bir olay, toplumun dahil olduğu bir süreç olarak görmesi ve göstermesi, susmamış, kabullenmemiş olması umut verici.


Dizi karakterleri ve anlattığı ana, yan hikayelerle buraya kadar kadın figürünün baskın olduğu bir yapıya sahip. Meryem’in abisi Yasin ise onu ilk gördüğümüz andan beri iki kelimeyi ya da doğru kelimeleri yan yana getirip bir cümle kurarak derdini anlatamayan, Hoca Ali Sadi’ye danışmadan adım atmayan, kabadayı tavırları ve çabucak, boş yere öfkelenmelerinin ardında içinde kocaman bir kahramanı yaşatan adamımız. Barda Hayrunnisa ve arkadaşını yani iki kadını tartaklayan bu kabadayının asıl mahareti toplumun tüm yönleriyle kadına yüklediği “namus” kavramını karısı Ruhiye’den almış, kendi elleriyle Ramazan’a giydirmiş olması. Olay yıllar önce daha onlar tanışmadan yaşanmış olsa da Yasin’in Ramazan’ı cezalandırmasıyla artık geleneksel olanın yani Yasin’in toplumun geneline yayılmış olduğu için doğru kabul edilen ahlaki yasalara karşı geldiğini biliyoruz. Bunun yanı sıra Yasin, yaşıtı Sinan’ın aksine tek gecelik zevklerin değil ailesinin mutluluğunun, refahının peşinde. Dizinin modern tarafında hayatındaki kadınlar tarafından terk edilen Sinan’ı, geleneksel tarafında karısının ve ailesinin mutluluğu için çabalayan Yasin’i görüyoruz. Kimin kazandığı belli.


Hikayenin yakışıklı adamı, plaza sakini, “six pack” insanı Sinan ise hikayenin sonunda hayatındaki kadınlar tarafından terk edildi. Kendisini komşunun oğluyla kıyaslayan annesini ziyarete gitti. Dizi böylesine modern olan karakteri Sinan’ı mecazi anlamını da içine katarak sıkça tuvalette gösterdi. Dizinin ilk bölümünde Meryem’in elindeki tektaşın yani bayılma sebebinin Sinan olmadığını anladığımızda modern olanın bir kez daha yenildiğini görüyoruz.


Dizinin en sürpriz karakterini İmam Ali Sadi’nin çevresinde dolaşıp komik şivesiyle Jung’dan bahseden kırsal entelektüeli Hilmi’yi başlarda pek sevmedik fakat bir çokomel jelatinine ancak bu kadar incelik sığdırabilirdi. Dizi Yasin, Ali Sadi Hoca ve Hilmi olmak üzere 3 geleneksel erkek karakterine güzel finalleri yakıştırırken tek modern erkek karakteri Sinan lüks evinde bir başına, yine tuvalette…



Başlarken modern geleneksel zıtlığından-ikiliğinden dem vurmuştuk ki yazının sonuna geldiğimizde yine aynı ikiliğin bu kez net bir resmini çizelim. 24 numaralı İETT otobüsüyle gidebildiğimiz, şehrin kenarında köşesinde kalmış Beykoz köylerinde Yasin ve Ruhiye her şeye rağmen kenetlendiler, Hayrunnisa seçimleri nedeniyle babası Ali Sadi Hoca tarafından yargılanmadı, cezalandırılmadı, büyük bir hoşgörü ve sevgiyle karşılandı. Meryem ise günün sonunda istiyor olsun ya da olmasın tek taşı elinde tutuyor. Diğer taraftan modern, eğitimli, şehrin içinde yaşayan, iş güç sahibi, gelir düzeyi yüksek Peri, Gülbin, Sinan ve Melisa 8. bölümün sonunda hala yalnız, yaşadıkları yerde, sahip oldukları hayatlarla mutlu olup olmadıklarını, oraya ait olup olmadıklarını bilmiyorlar yani modern insanın kimlik bunalımlarıyla baş başalar.


Modern ve geleneksel 8 bölüm boyunca çarpıştı, mağdur ve mağrur olduğundan mı, o kazandığında vicdanımız rahat bir nefes aldığından mı yoksa hak ettiği için mi bilmiyoruz ama sanki bir şeyler bilinçaltımızda gelenekselden yana.



180 görüntüleme3 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page