google-site-verification: google5de5c95d93b82466.html Deliler ve Birtakım Ultileri | Meftun.Art
top of page
  • Yazarın fotoğrafıBuşra Doğru

Deliler ve Birtakım Ultileri

Ee, ben bu kafayla tam olarak ne yapacağım? Bazı sabahlar uyandığına lanet eden; bazı geceler durduk yere gözünü tavana dikip ne düşündüğünü bile bilmeyen bu kafayla nasıl devam edeceğim? Antidepresanların, antipsikotiklerin ve bilumum terapistlerin etkileri dahil ortaya çıkan sonuç karşısında çaresizim. Pardon, olduğum insanın iade fişi yok mu? Değişim de olur. Nasıl olacak? Nasıl olacak ulan bu işler? Kaç yıldır böyle gelmiş böyle gidiyor… Nasıl çözeceksin? Liseden beri kavgalısın zaten her şeyle. Öyle böyle değil hem de. Ne kavgaymış be kardeşim! Bitmedi. Biter mi? Bitmez. Çünkü derdin kendinle, içinle. Kaç gece açıp bakmak istedin şu kafanın içine, söylesene? Kaç gece duvarlara vura vura parçalanmasını istedin?


İnsan düşünendir. İnsan düşünen midir? Emir mi bu yoksa görev mi? İstemiyorum ulan! Düşünmek istemiyorum. Hem siz bana öğrettiniz mi nasıl düşünülür? Nasıl düşünürsek canımız acımaz? Dışsal mı içsel mi her neysel ise bu lanet düşünce silsilesi… İmdat! Nerede bunun “Acil Durumda Camı Kırın” çekici? Küfür etsem yazıya düzeltme verirler diye yüksek sesle ettim az önce. Her şeyi yüksek sesle söyleyebilsem buraya yazmam. Yüksek sesle herkese ve her şeye kocaman bir “S…..” çeksem... Otosansür gerektiren yerler var hayatta. Benim düşüncelerim mesela. Düşüncelerimin oto-kontrolünü sağlayamıyorum. Otosansür? E, o zaten... Ama bir şey diyeyim mi? Olsa da olmazdı. Çünkü bazen her şey mümkün gibiyken de olmaz. BAZEN OLMAZ! Hey, İnstagram’ın pek sevgi dolu olumlama perileri, bu cümlede "bazen olur" desem, hatta 40 defa desem, olur mu hakikaten? Çok düşünmeyin, retorik bir soruydu. Cevabını birkaç cümle önce yüksek sesle vermiştim. Ben böyle en olmadık şeylerin cevabını hep önceden veririm.


Asıl soru(n)larla uğraşmamak için uzun bir süre Dostoyevski okudum ben. Sonra bana dediler ki, “Ee, ne işe yaradı?”. Yaradı -yarıyor gibiydi-... Fazlası zararmış yararın da. Sonrasında “ultim” okumak oldu benim. Bunu da geçen gün kardeşim öğretti bana. Bir akşam gülerek dedi ki, “Senin ultin ne?”. “Okumak.” dedim. “Ne işe yarıyor?” dedi. O günden beri düşünüyorum. Yahu benim ultim ne? Sizinki ne mesela? Benim okumaktan öte cevabım hala yok. Ne işe yarıyor? Ne işe yarıyor? Ne işe yarıyor?... Sonunda buldum! Saklanmama... Kafamın içinden saklanıyorum. Kafamın içine girerek kafamın içinden saklanıyorum. Ama demiştim ya hani üstte, fazlası zararmış yararın diye. O kadar çok saklandım ki kafamın içine girerek kendi kafamın içinden. Hep aynı yere saklanınca illa sobeleniyor insan. Bir gün bir baktım şimdiki halimle kafamın içine, sırayla dizilmiş minik hallerim: 5 yaşında okumayı öğrenen, 12 yaşında duvarla çekmece arasındaki boşlukta Yaşar Kemal okurken hayranlıktan aklı giden, 15 yaşında Martin Eden’la tanışan sonrasında iflah olmaz bir solcu olmaya yemin eden, 16 yaşında Nietzsche’yi ve Karamazov’u okuyan… Kimse uyarı tabelası koymamıştı ki. “Okumayınız. Delirme Tehlikesi Bulundurmaktadırlar.” gibi bir şey. Sonrasında film koptu zaten. Sevgili Cemal Süreya’nın bir programda söylemiş olduğu çok hoşuma giden bir lafı var, “1931 yılında doğdum. 1937 yılında annem öldü. 1944 yılında Dostoyevski okudum, o gün bugündür huzurum yoktur.” diye. Nietzsche ve Dostoyevski okuduğum günden bu yana huzursuz huzursuz (d)eşerim kendimi. Yapmamak lazım ama. Yani sanırım... Emin de değilim birçok şey gibi bundan da. Bu arada, aklıma takıldı, sizce en başta sorduğum soru da retorik miydi?




(Not: Bu yazıya da bir şarkı bıraktım elbette. Linki elden ele...)



Kaynak:

47 görüntüleme2 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page