google-site-verification: google5de5c95d93b82466.html Ancak Rüyanda | Meftun.art
top of page
  • Yazarın fotoğrafıDicle Koyun

Ancak Rüyanda

Yirmi sene önce düştüğü zeminin üzerinden ayağa kalkıp silkelendi. Üstü başı toz toprak olmuştu. Buna rağmen çevresinde ne kum tanecikleri ne de kahve bulutlar vardı. Yolculuğu uzun sürmüştü ki ağzı kurumuş, karnı acıkmış, kafası karışmış, her şeyi silmişti. Etrafına baktı bakmasına da, bir şey seçemedi. Üstünde siyah bir çatı, altında cam zemin, sağında, solunda boşluk… Tam karşısında uzunca bir yol görmüş bulundu. Bir düşündü, üç söyledi, yürümeye karar verdi. Büyük siyah çatının altından ayrılırken, daha önce hissetmediği tuhaf bir hisle dolup taştı; uzun yola doğru akıp gitti.


Yola ilk adımını attığı anda gözüne büyük, parlak bir ışık çarptı. Gözlerini alan beyazlıktan kendini korumak için ellerini siper ederken, önünü göremiyordu. İçini koca bir boşluk doldurdu. Aşağı doğru düştüğünü hissederken, sonunun geldiğini anlamıştı. Mum ışığından kendini alamayan bir pervaneden farkı yoktu fakat hareket etmeye de mecali yoktu. Uçtu, uçtu, uçtu... En sonunda koca tüylü bir yastığın üzerine düştü! Kendine gelemeden, tekrardan büyük bir karanlığa gömüldü, düşler geldi yamacına, sarıp sarmaladı.


Bir saat, bir yıl, belki de bir asır kadar uyudu. Ayılmaya doğru kulak kesildi etrafına. Büyük bir panayırın içinde miydi? Neydi bütün bu sesler, gülmeler? Alnında, ince sıcak bir sızı vardı. Ne düşünse, ne yapsa bilemedi. O sırada tekrar kulak kabarttı: “Çocuğum iyi misin? Aç şu gözünü bakayım.” Bu sakin sesin komutunu yerine getirmeye karar verdi. Yavaşça araladı gözlerini. Sarı sıcak bir filtre eşliğinde, etrafını büyük bir kalabalık çevrelemişti. Sesin sahibi olduğunu tahmin ettiği 60’larındaki kadın endişeli gözlerle onu izlemeye devam ediyordu. Birkaç çocuk ufak kahkahalarını tutmaya çalışırken, girdikleri halleri görerek daha çok gülüyordu. Genç kız, bir tanesinin kafasına şaplak atarak susturuyor: “Sus artık! Ayıp…” Orta yaşlı adam telefonda biriyle konuşurken gözünü açtığını fark etti: “Evet, evet… Işık sokak… Şuan gözlerini açtı! Kendine geliyor herhalde!” Anlamsız gözlerle bakarken etrafına, birçok farklı insan çarpıyor gözüne. Hepsi birbirinden eşsiz, ama tanışıklıkları belli. Ortak bir noktaları var da ne?


Telefonu kapatan adam yaşlı kadına döndü: “Nilgün Teyze, geliyorlarmış şimdi…” “İyi çocuğum gelsinler, hızlı gelsinler! Derya, kızım, sen de al şu çocukları uzaklaştır. Ne bu böyle kakara kikiri! Bir öğretemedik şunlara haya etmeyi! Hepinizi söyleyeceğim annenize!” Sözleri tersti ama yüzü yumuşaktı kadının. Çocuklar gülerek sokağın dört bir yanına kaçtı. Onlar da hissetti demek ki yalandan kızdığını. Yaşlı kadın bizimkine döndü bu sefer: “Hiç önüne bakmadan yürünür mü çocuğum! Ağzın açık havalara bakıyorsun resmen!” İsyanının üzerine kahkaha atan genç grubu da kadının bakışlarından nasibini aldı. En sonunda bizimki akıl etti ve sordu: “Ne oldu ki?” Telefonla konuşan adam: “Alık alık yürürken yolun ortasındaki ağaca kafa attın kardeşim…” Bu sefer daha gür bir kahkaha koptu etraftan. İçinden gülmek geldi onun da ama vazgeçti gerek görmedi. “Ben iyiyim, kalkayım…” Yaşlı kadın yine susmaktan yana olmadı: “Olmaz öyle şey ambulans çağırdık, bayıldın kaldın, bir saattir nelerle uğraşıyoruz biz!” Cevap verirken, bir yandan da yattığı yerden kalkıyordu: “Gerçekten iyiyim ben, sıkıntı yok… Ben gideyim.” Hep bir ağızdan itiraz duyarken, yaşlı kadın tekrar başladı konuşmaya: “Yok öyle bir yere gitmek, bir kendine gel çocuğum. Muzafferin dükkanının önünde bir pansuman yapalım, çay çorba iç, sonra nereye gidersen git. Muzaffer, hadi oğlum tut şunun kolundan!” Telefonla konuşan adamın ismi Muzaffer demek diye geçirdi içinden. Sorgulamadan götürdükleri yere doğru yürüdü.


Bir kahvaltıcı dükkânının önüne oturttular onu. Pansumanını yaptılar, meğer alnındaki sıcaklık yardığı kaşıymış. Çay ikram ettiler, sohbet ettiler. Daha çok mahalledekiler konuştu, o dinledi. Bir kafa salladı, üç onayladı. Çocuklar gelip gitti arada, “Ayran Budalası” oldu adı onlarca ve her haykırdıklarında Muzaffer kovalayıp özür diledi ondan. Gülümsemekle yetindi. Ne olmuştu, nereye gelmişti anlayamadı. Her yer ıhlamur kokusu, her yer anneanne evi sıcaklığı ile doluydu sanki. Şaşkınlıkla izledi, inceledi. Çayını, çorbasını içip zaman geçirdi. Hiç bu kadar neşe dolu bir yer, bu kadar birbirini tanıyan insanı bir arada görmemişti. Sanki koca bir “aile mahallesinin” içine düşmüştü. Ne hissetmeliydi? Bilemedi. Nasıl davranıyorsa öyle devam etti. Akşama doğru bir sofra kuruldu, sokaktakiler geldi, geçti. Aç olan masaya buyruldu, tok olan çay sohbetine girişti. Etrafına baktı tekrar, göğe baktı. Siyah çatıyı fark etti, tekrar.


Başı dönmeye başladığında, yere indirdi gözlerini. Bu sefer de cam tavanlar… Sağa, sola göz gezdirdi. Herkes akıp gidiyordu karanlığa doğru. Yaşlı kadın, genç kız, telefonla konuşan adam, muzır çocuklar, mahallenin delikanlıları… Yağmurda eriyip gidiyorlardı. O sırada oturduğu sandalyeden havalandı bedeni. Havadan hafif vücudu hızla yukarıya düşmeye başladı. Cam zeminden ayrılırken, daha önce hissettiği tuhaf bir hisle dolup taştı, karanlığa doğru gömülüp gitti…



Bir anda sıçrayarak kalktı uzandığı yerden. Ani kalkmanın etkisiyle başı döndü, kulaklarından kısa bir uğultu geçti. Etrafına göz gezdirdi. Odasında olduğunu anladığında kasılmış vücudu biraz olsun gevşedi. Kendi kendine çalışan televizyona doğru döndüğünde, ucuz kanallardan birinde “Bizim Aile”nin oynadığını gördü. Uykuda tuttuğu gülüşü bir anlık dışarıya çıktı. Kumandaya uzanıp televizyonu kapadı. Yataktan inip sağ taraftaki boy aynasına doğru ilerledi. Alnı çizilmişti. Uykusunda çizmiş olsa gerekti. Eliyle alnını ovuşturup, masasındaki sürahiden bire bardak su doldurdu, pencereye doğru ilerledi. Soğuk mavi filtreden dışarıya doğru baktı. Yağmur çiseliyor, bulutlar geceyi daha öğlenin ikisinden getirmeye çalışıyordu. Yaşlı bir kadın, saksılarını düşüren çocuklara bağırıp çağırıyor, genç bir kız erkek arkadaşı ile ters düşmüş yüzü düşük önden önden, yağmurda ıslanarak yürüyor; delikanlı ise hiç oralı değil. Karşı apartmanın en altındaki merdiven altı kahvaltıcının sahibi adam, telefonda birilerine sövüyor… Yavaşça perdeyi çekerken, içinden geçen cümleleri dışarıya vurdu: “Ancak rüyanda, ancak…”

261 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
bottom of page