google-site-verification: google5de5c95d93b82466.html Hayatın Gerçeği: Ölüm I Meftun.Art
top of page
  • Yazarın fotoğrafıYağmur Ercin

Hayatın Gerçeği: Ölüm

Banyo da keyifli bir şekilde duş alıyordum. Bir anda mutfaktan çalan telefonumu duydum. Bu iyi değildi, bu hiç iyi değildi! Saat gecenin dördüydü ve bu saatte kimse beni hâl hatır için aramazdı. Üstelik arayan dayımdı!

Titreyerek elime aldığım telefonu içimdeki sıkkınlığa rağmen açabilmiştim. Nefesim daralıyordu, ağzım kulaklarımdaydı.


Açar açmaz anladım bir aksilik olduğunu. Dayımın nefes alışverişi bile farklıydı ve ağladığı her halinden belliydi. Cesaret edemedim sormaya. Ne oldu diyemedim. Onun ağlayışını duydukça sessizliğine ağladım.

“Alo Erva. Buraya acilen gelmen gerekiyor. Abin, abin…”


Telefon elimden hızlı bir şekilde düşerken ben de aynı orantıyla dizlerimin üstüne düşmüştüm. Dayım belki tamamlayamamıştı sözlerini ama her şey açık ve netti. Sözlerin bittiği, kelimelerin kifayetsiz kaldığı yerdeydik. Hayatın gerçeği ve öl…


Kendimi dışarıya nasıl fırlattım bilmiyorum, biletleri ne ara alıp uçağa bindiğimi bilmiyorum ama şunu çok iyi biliyorum ki doğduğum şehre adımımı attığımda dank etti her şey. Buraya gelene kadar idrak edememiştim. Sadece hüngür hüngür ağlıyordum ama kafam bomboştu, bomboş. Sonradan anladım ne olduğunu, neden buraya geldiğimi. Tekrar tekrar yankılanıyordu dayımın sesi beynimin içinde. Başım dönüyordu, insanlar bir anda bulanık görünmeye başlamıştı ve benim bir an önce eve gitmem gerekiyordu.


İlk defa bu eve girerken böylesine kalbim sıkışıyordu. İlk defa evim bana o kadar uzak geliyordu. İlk defa evde mutluluk çığlıkları yerine insanlar feryat figan bağırıyordu. Anlayamıyordum, bedenim buz kesmişti ve bu sesler, bu sesler…


Nasıl gidecektim yanlarına? Yeğenlerim bana bu kadar nefretle bakarken nasıl gidecektim yanlarına? Ne diyecektim onlara?

Annem bir köşede bayılırken nasıl gidecektim başına? Ne diyecektim ona?

Peki ya abime ne diyecektim, kendime ne diyecektim. Ben geldim abi ama sen gittin mi diyecektim?


Ah çok zor, çok zor ayakta durabilmek. Çok zor bağırmadan ağlamak. Çok zor o tabutu görmek. Çok zor abimin artık olmadığını kabullenmek. Çok zor aramız küsken artık barışamama ihtimali. Çok zor vedalaşmak. Çok zor, çok!


Kimseyle yüzleşemedim. Kimse de yanıma gelmedi. Annem bile kinlenmişti bana. O bile sormadı ama berbat bir haldeydim. Bu kadar kalabalığın içinde bir hayaletten farksızdım. Birkaç kere dayım uğradı yanıma ve bir tek onun yanında dökebildim içimi. Ben söyledikçe o sarıldı, ben ağladıkça o sildi göz yaşlarımı, kendime kızdıkça teselli etti ve şimdi o da gitti.


Artık kimse kalmamıştı evde. Yalnızlığım bir kere daha vurmuştu yüzüme. Benim de bir yerim yoktu artık burada. Kimse istemiyordu beni ve bu hiç umrumda bile değildi. Sadece onlarla da küs gitmek istemiyordum. Anladım ki ölüm gerçek ve tüm her şey anlamsız…


O mezarın başına giderken kaç kere düşündüm Allah bilir. Elim ayağım birbirine dolandı, tekrardan başladı gözyaşlarım. Evde canlı kanlı insanlarla konuşmak nispeten kolaydı ama şimdi ne yapacağımı bilmiyordum. Abim artık yoktu. Kabullenemiyordum öldüğünü. Sanki her an çıkıp “seni hayırsız şimdi mi aklın başına geldi?” diyerek şakayla karışık kızacakmış gibi geliyordu. Sonradan tekrardan gülüp sohbet ederek, hayatımızı anlatırdık belki birbirimize. Anlayamıyordum ve kabul edemiyordum. Her an çıkacaktı bir yerden ve ağladığım için bana kızacaktı biliyorum.




İşte o sessiz çığlıkların yeryüzünde süzüldüğü yeri görünce anladım. Tam karşımdaydı mezarlığı. Gerçekten ölüm diye bir şey vardı ve o da tam karşımda duruyordu ve ben hâlâ çaresizce onu bekliyordum. Toprağı görmek bile kabul ettirmemişti bu gerçeği. Mezar taşının yanına ilerlerken en sevdiği çiçekleri bıraktım üstüne. Yüzümde biraz tebessümle konuşmaya başladım.


“Ah be abi, ah be abim. Beni ilk konsere götürdüğün günü hatırlıyorum. Annemler karşı çıkmışken sen onları karşına alıp beni götürmüştün. Beni ilk maça götürdüğün günü hatırlıyorum. Korkutmuştu o tezahüratlar ve hiç görmediğim kadar kalabalık. Sen sakinleştirmiştin beni, sen güç vermiştin bana.


İlk bisikletimi de sen almıştın. Bir sabırla öğretmiştin hani ben yine o afacanlığımla bıktırmıştım ya seni.  Evet abi. Hatırladın mı?”

“…"

İşte o an başımdan aşağı kaynar sular döküldü, işte o an anladım karanlığı, işte o an anladım abimin bir daha benimle konuşamayacağını. Bir daha böyle anılar biriktiremeyecektik. Benim daha mezun olmamı bile görememiştin be abi! Daha sarılacaktık, şakalaşacaktık, sana sevgililerimi anlatacaktım, bana abilik taslayacaktın… en ama en önemlisi de barışacaktık be abi!


Haykırışlarım ağaç yığınlarının altında kalan mezarlıktakilerin sesi olmuştu. Gözümden hiç durmadan yaşlar geliyordu. Bu pişmanlıkla nasıl yaşayacaktım. Elbet bir gün gelir de gönlünü alırım diye düşünürdüm hep ama bir daha o gün asla gelmeyecekti. Ne ile avutacaktım kendimi? Ne ile susturacaktım bu içimdeki çaresizliği? Kendimi o kadar suçlu hissediyorum ki. Keşke diyorum keşke! Keşke üzmeseydim seni. Dinleseydim bu zamana kadar bana kol kanat geren abimi. İşte keşkelerle yaşanmıyormuş bu dünya bunu da öğrettin ağabeyciğim.


Toprak avcumun arasından kayarken ve gün batmışken hâlâ mezar taşının yanındaydım. Ayrılamıyorum buradan. Daha çok konuşacaklarım, anlatacaklarım, hayallerim vardı. Hevesle anlattığım her olaya ses gelmediğinde çıldırdım ama ben bunu çoktan hak etmiştim.


Gün tekrardan ağarmaya başladığında son kez akıttım toprağın üstüne gözyaşımı. Vedalaşmam gerekiyordu. Her ne kadar başından kalkıp gittiğimde o yalnızlık hissinin bedenime bürüneceğini bilsem de sonsuza kadar burada kalamazdım. O pişmanlık hep benimle kalacaktı. Küs kaldığımız, bağırıp çağırdığım, telefonlarını açmadığım zamanların bir telafisi yoktu. Olamayacaktı.


Son kez göz gezdirirken ve okşarken toprağı, konuşmak istedim.

“Biliyorum abi, kendime kızmamı istemezdin, ağlamayı bana hiç yakıştırmazdın, dik ve güçlü durmamı isterdin. Şimdi böylece karşında ağlarken bunlar akıttığım son gözyaşları olacak. Dik ve güçlü duracağım. Senin istediğin gibi biri olacağım. Özür dilerim abi, özür dilerim. Sana söylediklerim için özür dilerim. Arayıp özür bile dileyemediğim için özür dilerim. Dik başlılığım için özür dilerim. Özür dileyeceğim çok şey var ama her şey için çok özür dilerim. Şuan bunların bir anlamı olmasa bile elimden bir şey gelmiyor abi. Özür dilemekten başka bir şey gelmiyor ama sana söz veriyorum. Sana lâyık bir kardeş olamasam da bundan sonra olacağım. Çocuklarının en iyi halası ben olacağım, gözün arkada kalmasın. Senin beni yetiştirdiğin gibi onları yetiştireceğim, bana öğrettiklerin gibi bildiklerimi öğreteceğim ve biliyor musun? Gittiğinde bile çok şey öğrettin bana. Bilemezdim en kötü siyahın cenazeler olduğunu, bilemezdim akıllanmayı, bilemezdim kalp kırmanın iğrenç bir şey olduğunu, bilemezdim ölümün ani olduğunu… Her zamanki sen ve her zamanki afacan kızın. Keşke küs gitmeseydik be abi! Ne olur beni affet olur mu? Rüyalarıma, hayatıma, mezuniyetime lütfen gel ve beni affet abicim.”



Söz verdiğim gibi ayağa dikildim ve son gözyaşlarımı akıttım. Şimdi dik duruyordum. Gündüzün sert rüzgarları beni kendime getirmişti. Abimin yanından usulca ayrılıyordum. Nefret ederdim vedalardan ve en ağır vedamdı bu yaşananlar. Ayrılırken bile gözüm oradaydı. Kendime ve abime tekrarladım anlattıklarımı.


Bir daha keşkeler yaşamamak için tutacaktım verdiğim sözleri! Eve gitmeye, annemlerle, yeğenlerimi görmeye korksam bile hem kendimle hem onlarla yüzleşecektim. Abime söz vermiştim ve sözümü tutacaktım. Şimdi ise titrek bacaklarımla bir başka yüzleşmelere koyuluyordum…


Söz abi söz. Kaçmayacağım bu sefer. Keşke dememek için pişman olmamak için tutacağım sözümü.


52 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Ölüm

bottom of page